Mart ayının ortası Belgrad’a gitmek için kötü bir tercihti kabul ediyorum ama eşimin katıldığı astroloji konferansı o tarihte olunca başka bir şansımız da yoktu. O sunumdan sunuma koşarken Belgrad’ın keyfini çıkarmaksa bana kaldı. Gitmeden önce Belgrad’la ilgili bolca araştırma yaptım, ne nerede yenir, nereler gezilir hepsi tamamdı. Serde kahve düşkünlüğü olunca kahve kültürü ne durumdadır, 3. nesil kahvecilik orada varmı gidince ne içeriz Sırp ellerinde aradım taradım ama hiç birşey bulamadım. Hayrına bir Belgrad Kahve Rehberi yayınlayan da olmayınca veni vidi “kafa” didi deyip kabaca bir Belgrad Kahve Rehberi hazırlayayım dedim. Bakmayın öyle canım “kafa” kahve demek Sırpçada. Bir de Domaca Kafa var ki ne siz sorun ne ben söyleyeyim. Sabır ona da gelicem.
Gitmeden önce hava durumuna baktığımda durum pek iç açıcı değildi, önümüzdeki yedi günün altısında yağmur ve hava sıcaklığı mevsim normallerinin de altında 4-8 derece arasında görünüyordu. Kuş tüyü montlarımız üstüne giyeceğimiz yağmurluklarımızı bavulumuza alıp su geçirmez kameramızla düştük yollara.
Gittiğimiz ilk gün bizim için boş gündü. Bavulları otele savurduktan sonra dışarı attık kendimizi, biraz yağmur biraz rüzgar derken arada bir yumuşayan havaya şükrederek dolaşmaya başladık. Otelimiz Novi Beograd tarafında Tulip Inn Putnik’ti. Novi Beograd Yeni Belgrad demek. Sava nehrinin öte yanına kurulan bu bölge nispeten daha modern binalar ve düzenli kentleşmeyi içeriyor. Belgrad iki nehrin kesiştiği noktada yer alıyor, Avrupada birçok kente hayat veren Tuna nehri ve onunla kesişen Sava nehri.
Bu yazıyı okurken beklentiniz bir Belgrad Rehberi ise aradığınızı bulamayabilirsiniz. Zira Bu yazı bir Belgrad Kahve Rehberi. Zaten o konuda yazılmış bir çok seyahat yazısı var. Ben bu yazıda daha cok Belgrad ve kahvenin bu kentteki yaşamından bahsedeceğim. İlle de bir Kent rehberi arıyorsanız size en çok faydalandığım Çelebi Alper’in yazılarını önerebilirim. (https://celebialper.com/belgrad-gezi-notlari/) Sevgili Alper’in verdiği bilgiler çok kıymetli ve fakat altta yapılan yorumlarla sayfa zenginliği coşmuş. İhtiyacınız olan bilgilerin çoğunu orada edinebilirsiniz.
Tekrar dönelim bize. Otelden çıktıktan sonra Tuna nehri kıyısına indik ve başladık yürümeye. Daha önce gittiğim Avrupa kentlerinde neredeyse hiç toplu taşıma kullanmadım, kenti insanlarıyla tanımayı sevdiğim için hep yürümeyi tercih ettim. Burada da aynı yöntemi izleyeceğimizden emindim. Haritadan baktığımda otelden çıkıp sağa döndük mü Tuna nehri kıyısına 3-5 adımda varırız diye düşünüyordum. Gel gör Belgrad öyle küçük ve seksi Avrupa kentlerine pek benzemiyormuş, yürüdükçe kentin kafamdaki ölçeği büyüdükçe büyüdü. Her adımı boşa atıyorduk sanki. Zaten ertesi sabah 5 günlük bir ulaşım kartı almak zorunda kaldık.
Sabah ilk uçakla geldiğimiz için sabah kahvemi içeli de bir hayli olmuştu. Canım inanılmaz kahve istemeye başladı. Bir yandan kenti tanımaya anlamaya çalışıyorum ama bir yandan da bir yer bulsak da girsek diye aranıyorum. Artık damağım o tadı hayalinde canlandırmaya başlamıştı ki Kennedy Cafe’yi gördük. Lan yazık adama vurdular filan diye bile düşnemeden içerde bulduk kendimizi. Ta taaaa dk 1 gol 1.
Kapıdan içeri girer girmez bir sigara kokusu vurdu ki yüzüme anlatamam. Şaka maka kaç yıldır Türkiye’de kapalı alanda sigara içilmediği için naturel kabulümüzün ne derece değiştiğini o anda anladık. Tabi sigara içen biriyseniz Belgrad sizin için bir cennet. Burada yapamadığınız keyfinizi orada tüttüre tüttüre yapabilirsiniz. (Kamu Spotu: Sigara sağlığa zararlı birader). Ama benim için oldukça zor olduğunu söylemeliyim. En sevdiğim içecek olan kahveye ulaşmanın yolu üstünde sigara dumanı ile imtihan!!
İlk şoku atlattıktan sonra güzelce bir masa bulduk ve oturduk. Önce menüyü inceledim. Menüde filtre kahve olmaması oldukça dikkatimi çekti. Ben uzun çekim double espresso istedim eşim de az sütlü americano. Bir kaç dk sonra kahvelerimiz geldi ve o anda farkettim ki bir Lavazza ile karşı karşıyayız. Dürüst olmak gerekirse Türkiye’de Lavazzayı sevemedim. Kendi adıyla açtığı yerler ve/veya ürün sağladığı kafeler farketmeksizin zorunda kalmadığım sürece tercihim olmadı. Kahveden ilk yudumu alınca bu sabit fikrim biraz sarsıldı. Ya ben çok kahveye susamıştım ya da bu kahve gerçekten iyi hazırlanmış bir espressoydu. Ne bulacağımı bilmediğim için kendimi hazır kahveye alıştırmışken böyle güzel hazırlanmış kreması kıvamında bir espresso beni benden aldı, itiraf edeyim.
Ama Türkiye ile aradaki farkı hala anlamlandıramamıştım. Lavazza aynı, lavazza kahvesi aynı ama lezzet bambaşka. O sırada gözüm baristaya ilişti. Espressoyu hazırladıktan sonra “ekmek teknesini” nasıl temizlediğini görünce farkı anladım. Tertemiz bir espresso istasyonundan çıkmıştı bu kahve. Barista Portafiltreyi çıkardıktan sonra yuvanın kenarlarını ve içini siliyor, bir sıcak su basıp öyle bir sonraki kahveyi hazırlamaya başlıyordu. Böylece “amaaaan canım ne olacak günde bir(iyi ihtimalle) temizliyoruz işte” diyen ülkemdeki Lavazza baristalarından farklılaşıyordu. Lafım işinin erbabı barista dostlarımıza değil elbet, yanlış anlaşılmak istemem ama bu söylediklerime gerçek baristalar da katılacaktır diye düşünüyorum.
İlk sigara kokulu ortamdaki bu kahve deneyimi sonrasında üstüme sinen kokuya karşı da sonraki seferlerde bir yöntem geliştirdim. Kafe’ye girmeden önce üsütümdeki mont vs dışarda çıkarıp çantama koyup öyle girdiğimde en azından günlük değiştireceğim kıyafetlere koku sinerken böyle bir seyahatte yıkama şansım olmayan mont hırka vs. gibi kıyafetleri koruyabildim. Tavsiye ederim.
Özetle Novi Beograd bölgesindeyseniz Hotel Jugoslavia’ya yakın bir sokak başında olan Kennedy’i de kısa bir mola için sizlere tavsiye ederim. Yaklaşımıyla hizmetiyle lezzetiyle güzel bir yer. Cam kenarı bir masaya da oturursanız gayet de keyifli anlar geçirebilirsiniz.
Fiyata gelince Sırbistan’ın para birimi Sırp Dinarı. 100 Dinar yaklaşık 2,5 TL yapıyor. İlk zamanlar buna alışmak biraz zaman alsa da kentin özellikle yiyecek ve içecekteki ucuzluğu aklınızı başınızdan alıyor diyebilirim. Keneddy’de bir az sütlü americano ve uzun çekim double espressoya 350 Dinar ödedim yani 8,75 TL!!!
Bizi otele getiren taksiciye bahşiş olarak en küçük kağıt para olan 5 dinar verince taksici kahkaha atmıştı. ben de lan heralde çok düşük kaldı bu para deyip elimdeki 50 dinarı da verince, taksici bi kahkaha daha patlatmıştı. Sonra sırtıma vurup “Welcome to Belgrad my friend” demişti. Zor yani işte, adamcağıza bahşiş diye bir lira 30 kuruş vermişim meğerse. Alışana kadar bi kaç gün çok pinti davranıyorsunuz ister istemez. Milyonların milyarların cümlelerimizde uçuştuğu dönemde Türkiye’ye gelen turisleri ise işte o zaman anladım.
Akşam üstü olup ayaklarımıza kara sular inince birden gün boyu yemek yemediğimizi farkettik. Öyle bir restauranta girip de yiyesimiz de pek yoktu. Açıkçası yol üstünde Cevap dedikleri köfteyi dürüm yapıp satan yerlerden birinde içecekle beraber tanesi 6 liradan afedersiniz ama harbiden kol kadar bir dürüm yiyip kendimize gelince yine canımız kahve istedi.
Gün boyu gezerken gördüğümüz Coffee Dream’lerden birine girdik. Coffee Dream bizim Kahve Dünyası gibi ama çok daha fazla şubesi var. Belgrad Kahve Rehberi içinde Starbucks’ın uzun yıllardır Sırbistana girmeme nedenlerinden biri olarak not düşebileceğimiz bu zincir, masaya servisle çalışıyor ve bir çok kahve ve çay çeşidi barındırıyor. Bize göre çok ucuz sırplara göre kabul edilebilir seviyedeki fiyatlandırması nedeniyle açık olduğu bütün saatlerde oldukça kalabalık bir müşteri kitlesine hizmet veriyor.
Belgrad’da sokağa çıktığınızda neredeyse her köşe başında bir küçük cafe bulabiliyorsunuz. Bu kentteki en sevdiğim şeylerden biri de bu oldu. Dikkatimi çeken birbaşka şey ise hiç bir yerde makina ile yapılan filtre kahve bulunmamasıydı. 3. nesil shoplarda ya chemex ya pour over’la hazırlanan filtre kahve servis edilirken diğer yerlerde o tada yakın sadece americano bulabiliyorsunuz.
Yine sigara dumanı altında giriş yaptığımız Coffee Dream’de hızlıca menüye göz gezdirdikten sonra öğlen de Kennedy’de gözüm çarpan Domaca Kafa’yı sordum garsona. Sırbistanın yerel kahvesi olduğunu söyleyince direkt denemek istedim ve birer tane söyledik.
Belgrad Kahve Rehberi içindeki en önemli cümleyi okuyacaksınız şimdi. “keyfinizi bozmak isterseniz birşey diyemem ama Domaca Kafa tam anlamıyla bir rezalet”. Özellikle biz Türkler için.
Uzun yıllar Osmanlı’nın hüküm sürmesi balkanlarla Türk kültürünü ve özellikle de yiyecekleri birbirine çok yakınsatmış. Kahvenin de Avrupa’ya Osmanlı üstünden yayıldığını düşünürseniz Domaca Kafa’nın çok kötü bir Türk kahvesi takliti olduğunu tahmin etmeniz güç değil.
Belgrad’da yiyeceklerin aşırı ucuz olduğunu söylemiştim, yiyecek dışındaki herşeyse oldukça pahalı. Dolayısıyla kuvvetle muhtemel halkın karnı iyi doysun da gerisi için zaten hükümeti deviremezler zihniyetiyle yönetilen bir ülke. Bu çerçeveden baktığınızda ham maddesi Sırbistan olan bütün yiyecekler inanılmaz kaliteli bol porsiyon ve oldukça lezzetli. Fakat kahve gibi ham maddesi dışa bağlı ürünler ise ya pahalı ya da kalitesi çok düşük.
Dedim ya kahve dışa bağımlı oldukları bir ürün ve halkın gündelik yaşamında vaz geçemediği bir içecek. Hal böyle olunca ucuzlatmanın tek yolu Robusta çekirdeği kullanmak. (Robusta ne derseniz Bkz. Arabica ve Robusta Çekirdeklerinin Farkları Neler?) Bir de normalde ucuz olan bu çekirdek tipinde de en ucuzu tercih edilince tad oldukça kötü oluyor. Üstelik Türk kahvesinin iki buçuk katı bir miktarda sunuluyor ve alıştığınız tadı bulamayınca bünyesel olarak durumu yadırgıyorsunuz.
Daha sonra gittiğimiz bir kaç yerde daha domaca kafa denedim ama bu sonrakiler ilkinden daha da kötüydü. İlk domaca kafa’yı içince Hakan ve Canere şöyle yazdığımı hatırlıyorum “Olm burada domaca kafa diye birşey var, Türk kahvesi gibi ama ne bileyim içinde kakao var gibide yok gibide bi tuhaf, bi şekil bişey!”. Sözün özü, şu fani Belgrad Kahve Reberi size Domaca Kafa’yı tavsiye etmiyor ama denemek isterseniz de karşı çıkmıyor..
Coffee dream kadar sık olmasa da Belgrad Kahve Rehberi içinde yer alan bir diğer kahve zinciri ise Costa Coffee. Kendilerini “home of irresisteble coffee” (karşı konulamaz kahvenin mekanı) olarak markalaştıran bu zincirde ise maalesef pek de aradığım şeyleri bulamadığımı belirteyim. Daha çok bir pastane konseptindeki cafe, kahve açlığınızı dindirmenizi sağlıyor ama akılda kalıcı bir etki bıraktığını söyleyemem. Hatta bu yazıyı yazarken çektiğim fotograflara baktığımda hatırladığım bir yer oldu benim için. Türkiyede içtiğim lavazza gibi bir izlenim bıraktı desem yalan olmaz.
Eşimin konferansa katıldığı sonraki günlerde onsuz hızlı şehir turları yaptım. Biraz tesadüf biraz araştırarak diyelim bir kaç güzel 3. nesil kahve mekanı keşfettim. Belgrad’ın bana en tuhaf gelen yanı mahallelerinde bir konseptin olmaması. Yani aynı sokak üstünde çok lüx bir villa, yanında bir gecekondu, onun yanında bir oto tamircisi ve diğer yanında modern bir bina bulabiliyorsunuz.
Efendim yine bir gün Belgrad’da geziyorum (!) bir caddeye girdim, caddenin sol tarafı geniş bir sac fabrikası, sağ tarafı marka araba galerileri, ilerisinde modern bir bina hemen yanında kat otoparkı onun yanında bir gecekondu filan derken karşıma kaffeteria çıktı. haka dedim tam Belgrad’a has bir sürpriz, hiç umulmadık bir yerde umulmadık güzellikte bir yer çıkıveriyor karşınıza. Dedim oğlum Ömer, boşuna çıkmadı burası karşına Belgrad Kahve Rehberinin incisini buldun galiba.
Kaffeteria Belgradda en keyif aldığım dinlenme noktalarından biriydi benim için. Sonradan araştırdığımda kurumsallaşmaya başlamış, 3. Nesil bir kahve zinciri olduğunu anladım. Benim karşıma çıkan oldukça küçük asma katı olan bir coffe shoptu. Çok net ifade edeyim ki Belgrad Kahve Rehberi sıralamasında 1. sırada yer alacak bu kafe gerek iç dekorasyon gerekse menüsü olsun oldukça zengindi. yaklaşık 950 (yaklaşık 23 lira) Sırp Dinarına satılan ve menülerinde yer alan Kopi Luwak’ı görünce denemkten imtina ettiğim bu kahvenin bir kere daha imtihanına tabi oldum.
Nedir bu kopi Luwak derseniz luwak isimli kedigillerden bir minnoş arkadaşın yediği kahve çekirdeklerinin sindirim sisteminden geçip dışarı atılması sonrasında dezenfekte edilip kavrulan bir kahve diyebilirim. Natural ve pek de hoş olmayan bir prosedürden geçtiği için bunca zamanlık kahve geçmişimde kendimle beni çelişkiye düşüren bir kahve olduğunu belirteyim. Fiyatı oldukça makul olsa da bir kere daha kendimi yenip bu kahveyi sipariş edemedim.
Yirgacheffe sunduklarını görünce benim sadık yarim yirgacheffe dir deyip ondan yapılmış bir uzun çekim double espresso söyleyip dışarda yediğim soğugu bir nebze olsun hafiflettim. Dikkatimi çeken şeylerden biri her masada yer alan su şişesi oldu. İçine koydukları bitki nedir bilmiyorum ama suya yumuşak ve güzel bir aroma verdiğini belirtmeliyim. Öte yandan baristanın ve servis elemanının yakın ilgisi ve işlerini bildiklerini belli eden tavırları beni fazlasıyla memnun bıraktı. Daha sonra Novi Sad ziyaretimde de daha büyüğü karşıma çıkan bu kahve zincirini kahve severler için mutlak ziyaret edilmesi gereken yerler arasına yerleştirdim. Satışını yaptıkları kahve çeşitlerinin aroma tat, denge, asidite ve damakta bıraktığı izlenimi içeren tadım grafiklerinden oluşan ve her masada yer alan kahve katalogları beni benden aldı diyebilrim. Gerçekten işin uzmanı kişilerce yönetildiği her halinden belli olan bu zincir için Belgrad Kahve Rehberi sayfalarında diyebileceğim tek şey gidin ve kendi gözlerinizle görün.
Eşimin katıldığı konferans bittikten sonra yeni Belgrad’la olan bağımızı kopartıp- eski kente nispeten daha yakın bir otel olan Hotel Vozarev’e yerleştik. Böylece gecenin bir vaktine kadar fütursuz ve şuursuzca kenti gezme şansımız oldu.
Belgrad Kahve Rehberi için bu gezintilerimizden birinin yoluna Hem Triposo hem de 4square’de çok iyi bir not alan Koffein’i ekledim. Gerçekten de eklediğime değdi. Koffein oldukça küçük bir alan içerisine çok sıcak ve samimi bir alan yaratmayı başarmış. Gittiğimiz şubesinde 2015 yılında Sırbistan barista şampiyonasında alınan 3. lük ödülünü görünce oldukça heyecanlansamda sorduğumda o arkadaşın 5-6 ay önce ayrılıp başka bir yerde çalışmaya başladığını öğrenince bir hayal kırıklığı yaşadım desem yalan olmaz.
Koffein oldukça geniş bir menü barındırıyor. Her santimetre karesi oldukça güzel kullanılmış bu küçük shopta tattığım costa rica kahvesinden yapılmış espresso’nun herşeyiyle gayet başarılı olduğunu söylemeliyim. Açıkçası böyle bir yeri Türkiye’de çalıştığım yere yakın olması halinde hergün ziyaret edeceğime söz verebilirim. Sevdiğiniz dostlarınızla keyifli ve güzel kısa ama konsantre bir sohbet için ideal bir ortam yaratan Koffein Belgrad Kahve Rehberi sıralamasında torpilsiz 2. sıraya oturuyor.
Son olarak bahsedeceğim cafe ise işletmecisinin özenin hayran kaldığım ve tamamen tesadüf eseri karşıma çıkan Barista Coffee. Belgrad Kahve Rehberi sıralamasında kalbimin köşesi adlı yere kondurduğum bu kafe. Eşimle Belgraddaki son günümüzü tamamen serseri mayın misali dolaşmaya ayırmıştık. Ki bu en sevdiğim şeydir benim, kentin sokaklarında kaybolmak esnafıyla tanışmak sohbet etmek. İşte bu günde beni benden alan bir shopla karşılaştım. Hiçbir şekilde kurumsallaşmamış ve kurumsallaşmak istemeyen ve fakat yaptığı işin o kadar bilincinde olan bir işletmeci ile karşılaşmak beni inanılmaz mutlu etti.
Yine canımızın kahve çektiği bir anda çok da bakımlı olmayan bir apartmanın altında yer alan bu kafede buldum kendimi. İçeri girdiğimde farklı ve samimi bir dizaynla karşılaştım. Sade, basit ve bir o kadar rahat bu dizayn girer girmez beni oldukça cezbetti. Uzun çekim dobule espresso istediğimi belirttiğimde ilk soru hangi çekirdekle yapayım oldu. “Şu an elimde kolombiya ve costa rica var ama ben size kolombiya yı öneririm diyen hem baristası hem işletmecisi olan arkadaş bu hamlesiyle gözümde bir basamak yukardan değer bularak başladı (ki ismini sormadığıma hala pişmanım). Eşim ise sütlü bir americano istemişti ve kendisinin sorusu sütü soğuk mu sıcak mı tercih edersiniz oldu. Bu sorusuyla gözümdeki değerine bir artı daha ekleyen sevgili arkadaşım beni şok etmeye devam edecekti.
İlerleyen dakikalarda biraz siyaset biraz politika konuşmaya başladığımızda Belgrad Kahve Rehberi için veri toplamak adına başlattığım bu sohbetin, kendi hayat hikayesine geleceğini akıl bile edememiştim. Kendisi Bosna kökenli bir Sırp ve savaş başlamadan bir kaç yıl önce Bosna’dan ayrılıp Belgrad’a taşınmış. Annesi ve babası ise Bosna’da kalmış. Bosna ve Sırbistan arasında ipler gerilmeye başladığında Ailesine Belgrad’a gelmeleri için yalvarmış ve fakat babası “oğlum boşver, politikacılar böyledir gerilirler sonra geçer gider” demiş ve Belgrad’a gelmeyi reddetmiş. Sonrasında ise hüzünlerle dolu anılar bırakmışlar evlatlarının kalbinde. 1 haftalık Sırbistan ziyaretimde gördüğüm insanlar ve yüzlerindeki mutsuzluk ifadesi (ki Bosna’yı düşünemiyorum bile) sebebini bu konuşmayla birden bire ortaya koydu desem yalan olmaz (edit: şu konuda yanlış anlaşılmak istemem, insanlar ve yüzlerindeki mutsuzluk ifadesi davranışlarının da böyle olduğu anlamına gelmiyor. Konuştuğum bütün Sırplar inanılmaz yardımsever ve sıcak kanlıydı, hatta Türk olduğumuzu öğrenince daha da sıcak davrananları bile oldu) .
İlerleyen dakikalarda kendisinin Türkiye’deki gündemi takip ettiğini ve adım adım gittiğimiz noktayı gördüğünü anlayınca sohbetimiz biraz daha derinleşti. Kendisiyle yaklaşık 1 saat süren sohbetimizden bu yazıma not olarak düşebileceğim en önemli cümle ise şu, “savaşı insanlar yapmıyor, savaş dediğin şey tamamen politik ve maalesef politikacılar bir “insan” gibi değiller. Ben kendi askerlerimin kurşunuyla ailemi kaybettim. Ve bu olaylar olmadan bir kaç yıl önce hepimiz yakın bir arkadaşken politikacılar sayesinde bir anda düşman oluverdik. Savaş dünyanın en kötü şeyi, sen görmedin ve bilmiyorsun dostum ama inan bana bu dünyadaki en kötü şey.”
Barista coffee bir kahve sever olarak ve bir insan olarak Belgradda beni en fazla etkileyen yer oldu ve sizlere son tavsiyem yolunuz düşerse kinez mihailova caddesinin biraz altında yer alan bu yere gitmeniz. Gittiğinizde lütfen kendisine benim selamımı iletin, 1 saatlik konuşma esnasında birbirimize isimlerimizi sorma gereğini hissetmedik ama inanıyorum ki beni hatırlayacaktır. Zorlanırsa kendisinden sorla satın aldığım kahve fincanından bahsedin :).
Umarım Belgrad’a gittiğinizde bu yazım size biraz olsun kılavuzluk eder. Şimdinden keyifli seyahatler..
“Savaşı insanlar yapmıyor, savaş dediğin şey tamamen politik ve maalesef politikacılar bir insan gibi değiller”
Önerileriniz için teşekkürler; ama “insanlar ve yüzlerindeki mutsuzluk ifadesi” yorumu bana biraz ağır geldi. Sadece o cümleyi okuyunca Belgrad’a gitmemiş insanların aklında çok olumsuz bir imaj canlanabilir. Halbuki -mutlaka siz de tanık olmuşsunuzdur- son derece yardımsever, rahat ve eğlenceli insanlar.
Haklısınız! Sadece o cümleye bakınca böyle bir izlenim uyandırmış olabilirim. Oldukça yardım sever ve iletişime açık insanlar. Ama 7 gün boyunca sokakta yürüken gülerek konuşan, yüzünde gülümseme tutan 1-2 kişi gördüm sadece. Elbette gittiğim mevsimin ve havanın kapalı olmasının da bir etkisi olabilir bu. Öte yandan şunu da belirtmeliyim özellikle orta yaş ve üstü insanlarla konuşunca Yugoslavya’nın dağılışında ve sonrasında yaşanan olayların etkilerini hissediyor insan. Politikacılar ve diktatörlerin aldığı ama halkın onaylamadığı kararların faturası yine halka çıktığı için, bunun acısını hala anılarında taşıyorlar. Bu tür olaylar toplumun yüz ifadesine çok yansıyor. Amacım buna biraz dikkat çekmekti. Yanlış anlaşılmaya mahal vermemek için Yazıya bir iki ekleme yapıyorum.. :)
Güzel yazı için teşekkürler.Ben mayıs ayında gittim ve halk gayet güler yüzlü , yüzleri gülüyordu. Dediğiniz gibi belki de mevsimsel olabilir.
Paylaşım için teşeürler Serkan Bey, okuyucularımıza faydası dokunacaktır. Selamlar
Ömer bey merhabalar saygılar dilerim. Öncelikle verdiğiniz özellikle kahve mekanları bilgisi için teşekkür ederim size bilakis açıklayıcı olmuş. Benim sorum ise şudur size. Belgrad’a gittiğiniz o dönemde yada o sene içerisinde biz türkiyedeki türk kahvesi tarzında turkısh coffee shop yokmuydu hiç genelinde ve bulunduğunuz bölgede acaba. Yani sadece türk tarzı türk kahvesi mekanı açısından. Şimdiden teşekkür ederim ilginize.
Selamlar Selçuk Bey, Belgrad’ın yerel kahvesi (domaca kafa) Türk Kahvesi gibi hazırlanıyor ve double olarak servis ediliyor. Zaten Menüdeki Domaca Kafa nasıl birşey diye sorduğunuzda Türk kahvesi gibi diyorlar. Kastettiğiniz Mandabatmaz gibi kahveyi sadece Türk Kahvesi olarak sunan bir mekan ise bu konseptte bir mekana rast gelmedim. Bilen dostlar varsa yazsın lütfen ben de bir sonraki gidişimde ziyaret ederim…
sevgiler