Humphrey Bogut ve Ingrid Bergman’ın muhteşem oyunculuklarıyla süslenen Casablanca filminin son sahnesinde adam sevdiği kadından ayrılmak zorundadır, üstelik kadının gidişine yardımcı olmaktadır çünkü bilmektedir ki veda zamanı gelmiştir her ne kadar üzücü olsa da. Kobe Bryant verdiği veda kararı ile bana bu anı hatırlattı; istenmeyen ama artık zamanı gelen ve herkes tarafından bilinen, beklenen ayrılık.
İsmini ebeveynlerinin bir restaurant menüsünde gördükleri Japon sığır etinden alan Kobe’nin adını ilk öğrenmem 1996 yazında olmuştu. Draft seçildiği zaman 17 yaşında olduğu için ilk imzasını anne ve babası atmıştı. Üstelik draft gecesi 13. sıradan Charlotte Hornets tarafından seçildiğinde takımın seçiminin Lakers’a takas olacağı önceden belirlenmişti. Ama Lakers sadece 5 dakika önce Charlotte’a kimi seçmeleri gerektiğini söylemişti.
Kobe’nin seçildiği muhteşem 1996 draftında asıl öne çıkan isimler Allen Iverson, Marcus Camby, Shareef Abdurrahim, Stephon Marbury, Ray Allen ve Antoine Walker olacaktı. Kobe Bryant ise daha çok “Liseden gelen yetenek” olarak adlandırılacaktı. 1996 sınıfının muhteşem olmasının nedeni bu isimlerin dışında Lorenzen Wright, Zydrunas Ilgauskas, Peja Stojakovic, Steve Nash, Jermaine O’Neal ve Derek Fisher gibi isimlerin de bu drafttan NBA’ye geçiş yapmalarıydı.
Kobe henüz daha ilk sezonunda oyun stili, atletizmi ve hırsıyla “Yeni Michael Jordan” olarak adlandırılmıştır her ne kadar 7.6 sayı ortalaması tutturmuş olsa da, tabii maç başı da sadece 15 dakikayla oynuyordu. 1997 All Star Slam Dunk şampiyonu olduğunda “Yeni Michael Jordan” sesleri daha da gür çıkmaya başlamıştı ve henüz 18 yaşındaki bir genç daha çaylak sezonundan itibaren Michael Jordan ile karşılaştırılmaya başlanmıştı. Bu da birçok Michael Jordan hayranını sinirlendirmiş ve bu nedenle 18 yıldır aslında Kobe’ye bir türlü ısınamamışlardır.
Bu kadar üstüne gelinmesi sonrası Kobe Bryant “Beni yeni Michael Jordan olmak istemiyorum, Kobe Bryant olmak istiyorum. Bir tane Jordan ve bir tane Bryant vardır sadece” derken üzerinde Michal Jordan’ın 23 numaralı forması olacaktı. Michael Jordan da Kobe Bryant için “NBA’de bütün maçlarını izlediğim tek bir oyuncu var, ismi Kobe Bryant” demiştir. Ayrıca her iki oyuncuyla da çalışan Phil Jackson bir röportajında Kobe ile çalışırken Michael Jordan-Kobe Bryant kıyaslaması sorulduğunda “Michael’a ne yapması gerektiğini söylemezdim ama Kobe’ye söylüyorum” dese de sonrasında eklemiştir, “Kobe benim için Michael’dan sonra çalıştığım en disiplinli, en karakterli ve en yetenekli tek oyuncudur”.
22 Ocak 2006 gününde soğuk bir Pazar kışında oturmuş Lakers maçına hazır olmuştuk ben ve ev arkadaşım her ne kadar ertesi gün Kontrol Teori sınavım olsa da. Sınava çalışmaktansa Pazar günü beyaz formalarıyla oynayan Lakers’ı ve tabii Kobe’yi izlemek daha heyecanlı bir tercihti maçta olacakları bilmeden. Aslında ekran başına geçirten başka nedenlerden biri de sadece üç gün önce Kobe’nin Dallas’a 62 sayı atmasıydı ve ev arkadaşımın “Bu gece Kobe izleyelim” demesiydi. Sınav vardı ama maç sıkıcı olursa başlarda ders çalışmaya koyulabilirdim. Beyaz formalı Lakers bahaneydi, asıl kahraman Kobe’ydi.
Dışarıda yağan kar tanelerinin zeminle her buluşması gibi Kobe’nin her şutu da çemberden yumuşakça basket olarak geçiyordu. Durmuyordu, ne attıysa giriyordu. Kobe atıyordu ama bir ara fark ettik ki Toronto farkı çift hanelere çıkarmıştı, biz ise Kobe’ye odaklanmıştık. Kobe Bryant o anda üst üste en çok serbest atış atma rekoruna doğru da ilerliyordu, tam 62 tane serbest atışı üst üste attıktan sonra 63. serbest atışı kaçırmış ama dönen topu ribaund alıp basketle sonuçlandırmıştı.
İkinci yarı başlamış Lakers kötü, Toronto iyiydi ve fark 15 üstüne de çıkmıştı ancak Kobe çok iyiydi, 3. çeyrekte 18 sayı olan farkı attığı üçlüklerle ve smaçlarla eritip takımını çeyrek sonunda 6 sayı dahi öne geçirtmişti ve son çeyreğe girerken 53 sayı satmıştı. Son çeyrek adeta bir rüya gibiydi, kısa süreli ama uzun süre boyunca hatırlanan ve hiçbir zaman silinmeyecek olan. Maç bittiğinde beyaz formalı takımdan 8 numaralı oyuncu 81 sayı atmıştı ve kar taneleri de artık düşmemekteydi sokağa. Kontrol Teori dersi sınavından geçmek ise 2.5 yıl sonra nasip olacaktı.
Kobe 2006-2007 sezonuna girmeden önce 8 numaralı formasını bırakıp 24 numaralı formaya geçiş yaptı. 24 numara lisedeki ilk iki yılında giydiği formaydı ancak NBA’ye ilk adım attığında İtalya’daki çocukluğunda basketbol izlerken maçını kaçırmadığı Mike D’Antoni formasının numarası olan 8’i seçmişti. Bir önceki sezon yanı 2005-2006 sezonu playoffunda Lakers ilk turda Suns’a elenmişti. Suns 7 maç boyunca Kobe’ye karşı çok sert oynamış, hatta Raja Bell yaptığı sertlikten dolayı bir maç ceza almıştı. Kobe bu 7 maçlık seriyi hiç unutamadı ve işin en kötüsü Suns’ın başında da oyunculuğuna hayran olduğu Mike D’Antoni vardı. Kobe artık 8 numaranın uğurlu geldiğine inanmıyordu.
8 numarayla oynarken iki yıl üzerinde çalıştığı rap albümünün ilk single parçası çıktığında beğenilmemiş, “Basketbol oynamıyor, müzik yapıyor” denilmiş, Sony albümü çıkarmaktan vazgeçmiş ve hedef olmuştu, “Sadece bir gecelik ilişkiydi” dediği bir olayda aslında tecavüz ile suçlanmış ve hedef olmuştu, Shaq ile kavga etmiş ve haftalarca hedef olmuştu. 3 defa şampiyonluk yaşamış olsa da artık 8 numarayı istemiyordu ve “Parke dışında yaptıklarım değil, parkede yaptıklarım konuşulsun diye 24 saat çalışacağım” diyerek 24 numarayı seçiyordu. 24 numaranın bir başka özelliği ise 23 sayısının bir üstü olmasıydı, yani Micheal Jordan’ın bir üstü. 24 numaralı formayla yeni sezonda Kobe Bryant 4 tanesi arka arkaya olmak üzere tam 10 maçta 50 ve üzerinde sayı atarak Wilt Chamberlain’ın rekoruna gelecekti ve 24 numaralı forması da o sezon en çok satan forma olacaktı. Kobe 24 numaralı formayla iki şampiyonluk daha kazanacaktı.
Babası basketbolcu olan Kobe Bryant 3 yaşından itibaren her gün eline basketbol topunu almaktaydı. 6 yaşındayken babası İtalya’ya transfer olunca hem İtalyan ve Avrupa basketboluyla tanışmış hem de NBA’den uzak kalmasın diye dedesinin gönderdiği kasetlerden izlediği Lakers’ın taraftarı olmuştu. Liseden NBA’ye geçerken babasının ve kendisinin de lisedeki son senesinde giydiği 33 numarayı giyemezdi çünkü Lakers 33 numaralı formayı emekli etmişti Kareem Abdul-Jabbar ismiyle. 8 ile başlamasına neden olan Mike D’Antoni hayranlığı artık Kobe’nin olgunluğunda yerini 24 numaraya bırakacaktı. O 24 numara Lakers renkleri altında artık 2016’da bitecek. Black Mamba artık parkelerde ısırmayacak. Kasım ayı sonunda herkese açıkladığı “Son sezonum” kararından önce 10 Kasım’da aslında kafasında bırakmak zaten vardı.
Miami deplasmanına gittiğinde Wade soyunma odasına girince Kobe’yi içeride görür ki ev sahibi takımın soyunma odasına deplasman takımının oyuncusunun girmesi ilk defa görülen bir olaydır. Ama o giren kişi Kobe’dir ve Pat Riley hiç karşı çıkmamıştır. Wade ile konuşurlarken Kobe “Çocukların gelecek mi” diye sorar, Wade “Okulları var, yorgun olurlar” der ve sonra Kobe der “Söyle gelsinler, Miami’de son kez Kobe Amcalarını izlesinler” der. 22 Kasım Pazar günü iç sahada Portland’a karşı oynarlarken devrede koç Byron Scott dönüp Kobe’ye “İlk yarı 20 dakika oynadın, ikinci yarı seni daha çok dinlendireceğim, oynarken daha çok enerji harcayabilirsin” der ve Kobe’nin cevabı da “Tamamdır koç, sorun değil, zaten bu sezon bırakıyorum” olur.
Basketbolu sevmeye ve izlemeye başladığım çocukluk günlerimde Magic Johnson’ın son seneleriydi ve Michael Jordan’ın 7. sezonuydu ilk şampiyonluğunu kazanırken. Bu iki efsaeyi sonradan öğrenmiştim ama Kobe’yi ilk sezonundan itibaren izleme şansına sahip oldum. 8 numarasıyla yaptığı smaçlarıyla smaç şampiyonu olurken henüz 18 yaşında ağzım açıktı yarı afro saçlı genci izlerken. Üstelik o genç ki maç içinde Michael Jordan’ın en çok konuştuğu isimdi ve Michael Jordan’ın saygı duyduğu bir isme sırt dönmek imkansızdı.
Evet çok kötü bir rap şarkısı yapmıştı bence de. Hele de o dönem Wu-Tang, Mos Def ve Cypress Hill gibi isimleri dinlerken karşılaştırma dahi yapılamazdı. Tek gecelik kaçamağında 19 yaşındaki genç kızın ünlü biriyle beraber olması normal bir durum sayılabilirdi. Ama o genç kızın “Tecavüze uğradım” demesi sonrası benim aklımı kurcalayan en büyük soru “Nasıl olur da bu kadar göz önünde olan birisi eşini aldatır. Daha doğrusu nasıl olur da sevdiğini aldatırsın” olmuştu. Tabii cevap da ortadaydı, 19 yaşındaki otelin en güzel görevlisi oyuncunun odasına gelir ve erkek beyni tek bir şey üzerine çalışır o anda.
O dönem anlamıştım ki ‘’role model’’ görünenlerin bir de aslında görmediğimiz yüzleri var diye. Ama görünen kısmındaki hayranlık hiç bitmemişti. Topu ne zaman eline alsa ne yaptığını görmek için göz bile kırpılmıyordu. Zaten top da hep Kobe’nin elindeydi. Bu yüzden egoist demişlerdi ama egoist olmasa bu noktaya da gelemezdi. Hem egoist olan sadece o değildi, Michael Jordan da benmerkezciydi, Iverson da, Shaq de, LeBron James de. Bu yüzden takımları takım olmadıklarında en ön plana çıkan isimler bunlardı ve takım da takım olduğu zaman da takımı takım yapan yine bu isimlerdi. Egoist olmasalar en zirvedeki isimler nasıl olabilirlerdi ki? Egoisttiler çünkü en yetenekli ve o noktaya gelmek için o takımda en çok çalışan isimlerdi. Bu yüzden en çok eleştirilen olsa da Kobe’nin bencilliği normaldi, yani en azından bence.
Forma numarasını değiştirdiğinde o kadar 8 ile sevmiştim ki onu 24 hep yabancı geldi uzun süre. 8 ile başlamıştı Lakers’a ve Lakers ile devam ederken 8 kalmalıydı, gönlümde öyleydi ve bir Lakers taraftarı da değilim. Asıl efsane olması için o 8 kalmalıydı üzerinde. Sanki sonsuzluk işareti gibi, öyle durmalıydı. Değişmemeliydi ama serde bencillik vardı ve ne yapsa ona göre doğruydu. Şampiyon olurken yanında Shaq vardı, yanında Gasol vardı, evet ama Jordan’ın da yanında Pippen vardı, Duncan’ın yanında Parker vardı, LeBron’un yanında Wade vardı, Magic’in yanında Abdul-Jabbar vardı ve Iverson’ın yanında kimse olmadığı için şampiyon olamamıştı.
2008 ve 2012 yıllarında olimpiyatlarda yanındaki yıldızlarla en iyi anlaşan Kobe’ydi, ya da o yıldızların zaten Kobe ile iyi anlaşması gerekiyordu. Kobe’ydi Michael Jordan’ın son All Star maçında maça damgasını vuran. “Artık Yeter” der gibiydi, “Ben Varım” diye bağırmıştı.
Var oldu Kobe parkelerde, belki en sevilen olamadı, nefret de edildi. Sahaya çıktıklarında rakip takımın tutmak için uğraştıkları ilk isim oldu hep. O sahadayken ışıklar onun üzerinde aydınlandı en çok. Lakers’tan çok Kobe’yi nasıl durduracaklarını düşündü rakipler. Çoğu zaman çare bulamadılar. Çoğu zaman da tek çare aslında Kobe’nin kötü gününde olmasıydı ve Kobe’nin kötü günü çok azdı. 5 yüzük taktı parmaklarına, MVP seçildi ama zaten yıllardır birçoklarımız için asıl MVP oydu, sadece yanındakiler ona uyum sağlayamıyordu. Sevdiğinin eksiklerini görmezden gelebiliyor insan bazen her birini bilse de. Öyleydi Black Mamba.
1990’lı yıllardaki ergenliğimin, 2000’li yıllardaki gençliğimin ve 2010’lu yıllardaki yetişkinliğimin merkezindeki tek oyuncuydu Kobe. O yüzden bu yaprağın düşüşü daha bir soğuk geliyor bu kalbe arkasında sıcacık anılar bırakarak.
“Maçı kazanmak için ne yapılması gerekiyorsa yapmaya hazırım; bençte oturup havlu da sallarım, takım arkadaşıma su da veririm, son saniye şutunu da atarım. İnsanlar kazanmak için bende var olan saplantıyı bilmiyorlar. Üstelik bana ‘bencil’ diyorlar, nasıl bencil olabilirim ki? 40 sayı attığımda da kazanıyoruz, 10 sayı attığımda da. Tembellerle bir arada olamam, onlarla aynı dili konuşmuyoruz. Kafanda başarısız olmak varsa zaten başarısız olursun. Üzerimde olan her negatif baskı aslında benim yükselmem için bir fırsat. Buradayım ve devam ediyorum. Diğer oyuncular dama oynarken ben satranç oynuyorum.”
Kobe Bryant